Bölüm 17:
“Ayasofya’da İlk Cuma Namazında Neler Yaşandı?”
Oğuz arkadaşlarındaki şaşkın yüz ifadelerini de fark ederek korkuyla arkasını döner.
“Alper! Sen nereden çıktın ula? Hem nasıl oldu bu?”
Alper gülümseyen bir ifadeyle arkadaşlarına bakarken kolundaki saati gösterir.
“İşte bunun sayesinde yanınızdayım arkadaşlar. Ayrıca kristal piramit de yanımdaydı.”
Asya Alper’in bileğinden tutup saate şöyle bir bakar:
“Vay! Çok güzelmiş, nerden aldın bunu? Hem markası da ne bu akıllı saatin?”
Suhan saate bakar ve tabletteki uygulamanın aynısını görür. Bu arada Alper bir not kağıdını Suhan’a uzatır.
‘Alper, başınız sıkıştığında sultanın huzuruna sen çık. Sana verdiğim paketteki saati yalnız kaldığında sol koluna tak ve kristal piramiti de sağ eline alıp bekle.’
Yaşlı Suhan’dan geldiği anlaşılan bu mesaj ve onun direktifleri sayesinde Alper de kurtulmuş ve yanlarına gelmiştir. Alper bu arada büyükçe bir çantayı önlerine koyar.
“Bu çantayı da demin hiç tanımadığım birisi verdi ve bize lazım olacağını söyledi.”
Asya merakla çantayı açar ve meraklı bakışlar arasında karıştırmaya başlar.
“Hepimiz için bu döneme ait kıyafetler var burda. Hem beni de unutmamış kim vermişse. Hakkaten Alper kim verdi bunları?”
Alper tuhaf bakışlarla Asya’yı süzerek:
“Ne bileyim, siz biliyorsunuzdur diye tahmin etmiştim. Üstelik daha önce gördüğüm birisi de değil.”
“Nereden geldiği belli ama nasıl olduğu belli değil arkadaşlar. Bir an önce şunları giyelim de Ayasofya’ya yetişelim.”
Aytunç’un uyarısı üzerine Asya kıyafetleri dağıtmaya başlar. Bu arada torbadan bir zarf çıkar. Zarfın üzerini okuyan Asya Zarfı kendi kol çantasının içine atar.
Aytunç bu ayrıntıyı fark etmiştir ama ses çıkarmaz. Kimseye görünmeden kıyafetlerini değiştirerek Ayasofya’ya doğru hareket ederler. Ayasofya çevresinde yeniçeriler güvenlik önlemlerini almış herkesi dikkatle izlemektedirler. Halk rahatlıkla içeri girebilmektedir. Yalnızca silahları varsa nöbetçilere teslim etmektedirler.
Suhan, Alper, Oğuz ve Aytunç içeri girmiştir ki nöbetçi askerler Asya’yı durdururlar.
“Dur bacım. Hatunlar içeri girmiyorlar. Siz avluda bekleyin.”
Aytunç Asya’ya dönerek:
“Sen istersen Sultan Ahmet meydanında bekle bizi. Biz çıkınca geliriz oraya.”
Yeniçeriler bir Aytunç’a bir Asya’ya dönerek:
“Sultan Ahmet meydanı nedir bre? Sultanımız Mehmet Han’dır. Siz ne dersiniz öyle?_”
Asya yeniçeri askerini eliyle itmeye çalışırken bir yandan da:
“Adamın ağzı sürçtü Mehmet yerine Ahmet dedi işte. Hem sen bi çekilsene kenara. Bak içerde bayanlar içinde perdeli bölümler ayırmışlar. Ayıp ayıp…”
Yeniçeri ne olduğunu anlamaya çalışırken Asya çoktan içeri girmiştir bile. Asker içeride duvarların perdelerle örtülü olduğunu da görünce tekrar işinin başına döner.
Asya duvarları örten perdelerden birinin ardına geçer. Önce duvarlardaki freskleri görüp biraz inceledikten sonra perdenin aralığından içeriyi izlemeye başlar. Ayasofya en eski haliyle karşısındadır. Mihrap belirlenmiş, geçici bir minber de ayarlanmıştır. 916 yıl kilise olarak hizmet eden Ayasofya Sultan Mehmed’in İstanbul fethinde aldığı tek ganimet olarak camiye dönüştürülmüştür. Camideki halk birden tekbirler getirmeye başlar. Salalar okunur, Kur’an sesleri yankılanır. Sultan ve Akşemseddin hazretleri şerefli mekanı daha da şereflendirmişlerdir.
Akşemseddin hazretleri kürsüye çıkarak ilk Cuma hutbesini okurlar. Ardından sultan Mehmed namazı kıldırmak için öne geçer. Tekbir alıp namaza başlar ama selam vererek durur. Tekrar tekbir alıp namaza başlar ama yine bozarak durur. Bu arada ak saçlı ak sakallı bir şahıs mihrabın orada görünüp tekrar gözden kaybolur. Sultan üçüncü kez tekbir alır ve namazı kıldırır.
Namazın ardından bahçede buluşan Suhan ve arkadaşları aralarında konuşmaya başlarlar.
“Akşemseddin’e soruyorlar sultan niçin namazı iki kere bozdu diye. Mübarek de diyor ki; ‘Kıble tam olarak Kabe’yi görmüyordu. Sultan da Kabeyi göremeyeince iki kez namazı bozdu. Sonra Hızır aleyhisselam gelerek Ayasofyanın yönünü kıbleye çevirdi. .Sultan da Manevi alemde Kabeyi görünce namazı kıldırdı.’ Diye anlatmış. Ben de sanki Hızır aleyhisselamı görmüş gibi oldum yav.”
Oğuz’un bu anlattıklarını iri yarı bir yeniçeri de dinliyordu.
“Arkadaşlar biraz dikkatli olalım. Şu kenara doğru geçelim.”
Suhan’ın uyarısıyla kenarda bir yere doğru geçerler. Bu sırada sultan ve Akşemseddin de çıkmışlar ve tam da önlerinden geçmektedirler. Sultan Mehmed Suhanlara doğru dönerek:
“Sizler kimlerdensiniz bakalım? Burada asker tebamın dışında halktan pek kimseler yoktur.”
Fatih’in kartal bakışları karşısında dilleri tutulan Suhan, Alper, Oğuz, Aytunç ve Asya susup kalırlar. İmdatlarına ise Akşemseddin yetişir:
“Sultanım, bu kardeşlerimiz uzak yerden gelmişe benzerler. İzin verirseniz bizim dervişler ilgilensiner onlarla.”
Deyince sultan şöyle bir hepsini süzdükten sonra yoluna devam eder.İki derviş Akşemseddin’in söylediklerini duyunca hemen onların yanına gelerek:
“Kardeşler, buyrun bir çorbamızı için de muhabbet edelim.”
Birbirlerine baktıktan sonra dervişlerin peşine düşerler. Büyükçe bir çadıra girerek kendilerine gösterilen yere otururlar. Büyük bir tencereye benzeyen kaseyle gelen çorbayı içerler. Bu arada Akşemseddin yanında daha önce karşılaştıkları iri yarı yeniçeri ile birlikte yanlarına gelir. Yeniçeri onları göstererek:
“İşte efendim bunlar. Sizin yanınızda olmadıkları halde konuştuklarınızı harfiyen anlatıyorlardı. Vallahi anlamadım bu ne haldır.”
Bizimkiler tedirgin olmuş halde birbirlerine bakarken Akşemseddin de gülümseyerek:
“Erenler, sırrını anlatın da biz de faydalanalım inşallah?”
–Bölüm Sonu–
Mesut Hekimhan
Eğitimci Yazar
mesuthan@gmail.com